6 Eylül 2020 Pazar

Korkak Adımlar ve Kadınlar

Uzun zamandan bu yana korkuyorum… Korkmak bana yakışan bir yaşam tarzı değil aslında ama korkuyorum; mücadeleci ruhumdan eser yok. Konuşmaktan, sokaktan tek başıma dolanmaktan, orman içinde uzun yürüyüşler yapmaktan, yazı yazmaktan,  otobüse, metroya, metrobüse  ve hatta taksiye binmekten korkuyorum. Kalabalıklardan korkuyorum, ıssız yerlerde kendini bilmez birinin tacizine uğramaktan. Beni asıl korkutan ise başıma herhangi kötü bir şey geldiğinde arkamdan söylenecek o pis, kötü niyetli insanların, hiç annesi, ablası, kız kardeşi, kız çocuğu olmamış gibi konuşan, kendini savunan erkek egemen bir toplumun dayatmalarından korkuyorum. Irkçılık  denilen şey işte tam da burada başlıyor. “O da oraya gitmeseydi!” demekle “Pis zenciler yaşamayı hak etmiyorsunuz!” demek arasında hiçbir fark yok benim gözümde.

Yaşam içerisinde hep bir yetişme hali, yarım nefesle ve koşar adım varmak gideceğin yere, yaşadığımız dört duvara güveniyoruz sadece, vardığımız dört duvarın da güvenilir olması ayrı bir şans.

Hayat içerisinde yaşamaya çalışan, gezinen huzursuz ruhlarız.

Bugün de bir kadın olarak başıma bir şey gelmedi çok şükür diyerek yaşamaya devam ediyoruz. Yaşı ne olursa olsun tüm kadınların adımları korkak…

Doğamız ve bünyemizin bize kazandırdığı gereklilikler, naifliğimize rağmen sindiriliyoruz. Ben lisedeyken böyle değildim ya da hatırlamıyorum böyleydim de çok kavrayamamıştım olanları bilmiyorum.

Şimdi manşet manşet kadınların şiddet, taciz, öldürülme haberlerine denk geliyorum. Altında tüyler ürperten insan yorumlarını, vicdanını satmış avukatların savunmalarını okuyorum. Sonra o kadının ailesini, sevdiklerini düşünüyorum. Gözlerimi kapatıyorum, yutkunamıyorum!

Ülkemin dışında yaşanan başka bir olay ile gözlerimi açıyorum. Londra’da bir kadının etek altı fotoğraflarını çekenlere, üç yıl hapis cezası verildi. Suçluların isimleri kamuya açık cinsel sabıkalılar listesine yazıldı. Kenar mahallede oturan lise öğrencisi genç kızın gece yarısı evine dönerken aydınlık caddeden gitmek yerine iki ev arasındaki kestirme loş parktan evine giderken; karanlık içerisinden çıkan, bir anda korkudan çığlık atan kızın sesine karşılık yakalanan saldırgana  istinaden İngiliz yargıcın verdiği karar “yedi yıl yedi gün hapis”… Muhabirler kıza dokunmamıştı bile neden bu kadar diye sorgular. Yargıç hukuk tarihine geçecek bir yanıt verir:

“Genç kıza saldırma teşebbüsünün cezası yedi gün. Yedi yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı loş ve boş parklarda dolaşma özgürlüğüne saldırının cezasıdır”

Özgürlük bunu derken bizim yaşadıklarımı ise içler acısı. Bizim için ne büyük hala değil mi?

Bizde yaşanan olaylara baktığında otobüste herkesin ortasında sadece kıyafetiniz nedeniyle tekmelenebilirsiniz, ya da egolu bir kişinin tanışma teklifine hayır dediğiniz için hastanelik olabilirsiniz, güvenli sanarak çalıştığın bir işte bir gün hakkını vermediklerini görerek hakkını aradığında rehin alınabilirsin…

Daha niceleri…

Erkek olmak bunları yapmayı gerektirir.

Peki ya kadın olmak!

Kadınların yüzünün gülmesini istemeyen, kahkaha atması çok  görülen, erkek arkadaşı olduğu için namussuz olarak nitelendirilen, alkol aldığı için ya da geç saatte dışarıda olduğu için rahat olduğunu savunan insanların yaşadığı bir ülke haline geldik.

Durum ne olursa olsun bir kadının öldürülmesine ya da tecavüze uğramasına sebep midir bunlar?

Kadınların attığı kahkaha, içtiği şarap, çıktığı saat bile içimize dert oluyor artık.

Ulemanın kurallarına uymadığında başına gelen her şey kadınların hakkı!

Oysa kadınlar mutlu iken gülümser, gülümsedikçe güzelleşir, kahkaha atar ve kahkaha attıkça ısınır içiniz.

Ailemizden birinin kahkaha atmasına neler vermeyiz?

İslam tarihindeki saptırmaların en acımasızları kadınlar ve kadın hakları ile ilgili olanlardır. Benim inandığım din cenneti annelerin ayaklarının altına sererken; annelere, bir annenin kızına ve geleceğin annelerine böyle bir zulüm yapmaz.

 

Çocukken her düştüğünüzde yaralarınızı üfleyen kadınları hiçe saydınız, mutsuz ettiniz ve bu mutsuz kadınları sokaklara döktünüz.

Ve biz mutsuz olursak bu koca ülke çekilmez hale gelir hiç düşünmediniz!

 

 

11 Haziran 2019 Salı

Aldanmak ve Aldatılmak üzerine


"Aldatan aldanır" demiş Konfiçyus. İnsan sarrafı olan kişileri aldatmaya çalışmak, ancak deneyeni rezil eder. Aldatılmamak için biraz şüpheci olmak lazımdır aslında. İnsanlara en az kendim kadar güvendiğimden çok aldatıldım ben. Hak etmeyenlerin de başına gelebilir aldanmak. Aslında, an her şeye hazır olamamanın sonucu ve geriye dönüşün olmayacağı bir andır, aldanmak.

''Aldatılmış insan yoktur, güvenmiş insan vardır.'' diye bir söz duymuştum; kime, ne kadar güveneceğinizi kestirebilirseniz eğer bir problem de yaşamazsınız aslında. Ama bunun çok zordur, özellikle de günümüzde. Kimi zamanda kendine aldanmak değil midir, aldatılmak. Bazen de, güven duygusunu sarsan, insanı kendinden alan bir nevi tokat, bir şamar oluverir aldatılmak.


Aldatma kavramı, algılandığı zaman, müthiş bir hayal kırıklığı ile birlikte yalanlar içinde olduğunun farkına varmadır. Görünüşe kapılarak yanlış bir yargıya varmaktır aldanmak ve aldatan aslında ilk aldatılandır!


Yalana inanmak, kandırılmak ile aynı anlama gelmez mi? Söyledikleriyle sizi kandıran biri vardır ve söylediklerine inanırsınız yani aldanırsınız. Güvendiğiniz ya da güvenmeyi istediğiniz kişi tarafından aldığınız yanlış ya da eksik bilgi yüzünden, olayı onun istediği gibi görme durumu değil midir aldatılmak.


O kadar can acıtıcıdır ki aldatılmak, ancak bu ne ilk kez sizin başına gelmiştir, ne de siz aldatılanların sonuncususunuzdur. "Bu bir tecrübe kazancıdır" diye düşünür belki de ve kalbindeki öfke ile yoluna devam eder. Aldatılmak aslında karşınızdakinin kendisini aldatmasıdır, aldanmasıdır. Sizi aptal yerine koymaya kalkan kişi, aslında verdiğiniz sonsuz değeri algılayacak durumda değildir ki. İşte o zaman her şey 'aldatmak'tan çıkar, her şey 'aldanmak' oluverir.


Kendimden yola çıktığımda; çok güvendim ben insanlara... Onları mutlu etmek için maddi manevi her şeyimi verdim ve değer gördükçe de vermeye de hazırdım. Ama hak etmediğim şeyler yaşadım. Hak etmediğim şekilde ihanete uğradım. Ben yüreği kocaman, iyi niyetli, kendi kadar başkalarını düşünen birini tanıdım, ona değer verdim, onun ince düşüncesini sevdim. Ne aşk bekledim ne de sevgili olalım dedim kimseye; benim için değerli olan hep yaşananlar oldu. Kısa sürede ruhların birleşmesi kadar değerli bir şey yoktu aslında. Onun için yaşadıklarıma hiçbir sınır koymadan yaşadım, bu bağ kaybedilmemeliydi. Bugün değilse yarın, yarın değilse bu ay, bu yıl gelecek güzel günleri hayal ederek ve duygulardan korkmayarak adım attım. Ama karşımdaki korktu, güçlü olmamdan korktu, kendinden kokrtu ve beni hiçe saydı. Hayatlarımızda çok güzel yerlere dokunduğumuzu sanmıştım ben. Paylaştığın ve yaptığın onca şeye karşılık "Senin farkın yok" denilerek yapılanlar ve yaşadıklarım ağırdı. "Biz'li" planlar yapıp, yanımda bir tek sen ol gerisi önemli değil deyip,  sen bana iyilik yaptın ben sana kötülük mü yapayım deyip alacaklarını aldıktan sonra minnet duygusunu geçtim insan yerine konulmamak kırıcıydı. Değerim yoktu çünkü, o an sıkıntılara destek olmuştum, aydınlık günleri gördüğünde hiçe sayıldım. Çünkü kafası rahatlamıştı, çevresine bakıp beni uzaklaştırdı. Elini uzattığında elinin içini öpen birinin tepkisi ve benimle hiçbir şey paylaşmak istememesi kırdı beni. Verilen değer bana değil benim vereceğim desteğeydi ve ben o desteği verdiğimde her şey değişti. Biz birlikte güzel hayat planları yaparken geleceğimi garantilemek değildi niyetim. Yaşanan her an ve her şey çok değerli, bunun için hayatin getirdiği güzellikleri yaşayarak tadını çıkartmaktı niyetim. Bir şeyler oluyordu kendimi geri çektim diyerek korkaklık yapacak şekilde değil, sınırlar koymadan, mutluysak ve yaşanacaksa yaşayarak, hayatır olmamali deyip kırarak yaşanmamalıydı. İnsanların yaşıyla, diniyle, diliyle ilgilenmedim hicbir zaman; yaşadıklarım önemliydi sadece ve bu anlayışla yaşadım. Maddesel bir beklentim olmadı hiç kimseden aynı anlayışla yaklaştım ama ban aynı şekilde bakılmadı. İnsanları kırmamayı amaç edindim kendime ama insanlar hiç düşünmeden kırdı beni. Hayat verdiklerime karşılık adil olmadı bana. İnsanlar için yapılan iyilikler, paylaşılan onca güzel şey, kurulan hayaller hiçbirinin anlamı olmuyor değerin olmadığında, kendi ihtiyacı ve kendi güzel günleri için bir araç olduğunda. Ağır şekilde yaralandım ama yaptığını anlayan dahi olmadı. Aksine suçlu yine ben oldum, ben yanlış anlamıştım. Kimse kendine dönüp bakmadı, kaçtı herkes duygusundan ve ben yanlış anlamış, hata yapmış kişi olarak ortada kaldım. Bir başıma...

Ben insanların hayatında ihtiyaçlarını gidermek için vardım gördüm. İnsanların maskeleri düştü; beklemediğim şekilde yalanlarına tanık oldum. İnsanların isteklerini karşılıyor isem hayatlarında vardım, istekleri alındıktan sonra aldatıldım. En ağırıma giden durum bu, ben verdiğim değere karşılık bunları hak etmemiştim. Değer verirken ve biraz olsun değerim vardır diye düşünürken o kadar aciz bir konuma düşürüldüm ki. Yaşadığım onca şeyin ayaklar altına alındığını gördüm. Sevmeyi öğrettiğim insanların ilk tekme attıkları kişi ben oldum. Normal şekilde tekme atmalarını kaldırabilecek gücüm vardı aslında ama bana yapılan döndüğümde bıçağı sırtıma saplayarak, yara içinde tekmeyle yerle bir etmekti. Her şeyi çok değer verdiğimden yaşadım bunu biliyorum. Hak etmiş miydim diye sorup durdum kendime... Hak etmiştim demek ki... Çok kötü şekilde aldandım...


En üzücü olanı da, o kadar zaman boyunca kendinizi aldattığınızı yeni fark etmenizdir. Aslında karşıdaki insan değildir ki suçlu. Kendi gerçeğini onunla yaşayan siz, en büyük ihaneti kendinize yapmışsınızdır, ta en başından beri ve kendinizi aldatmışsınızdır çok zamandır. Zordur ve insan ne kadar çabalarsa çabalasın, iyi şeyler düşünmesi mümkün değildir. Her zaman beterin beteri vardır diye düşünür sonra. Üzülür insan, mutlaka üzülür. Taş değildir ki bu kalp ve gerçekten güvendiyse karsısındakine, orta yerinden kırılıverir. Bütün vücudunu acıya ve sızıya boğar. Ama zamandır en iyi ilaç. Her şey geçer, yaralar sarılır. Güneş yeniden sizin için doğmaya başlar ve ne olursa olsun yaşamak güzeldir belki de.


Her ne kadar arabesk olsa da, ölenle ölünmez demiş eskiler. İnsan ölümleri yaşar, ölüp gidenlerin acısına bile alışır ve hayat yine devam eder.

Selametle deyip, uğurlamaktan başka seçenek var mıdır ki?

4 Ocak 2019 Cuma

Mükemmel Kadın Mutlu Olamaz!

Mükemmel kadın olmayın.
İyi bir eş, anne, dişi, seksi, ev hanımı, iş kadını, dost, evlat, sevgili ve daha birçok şey olan mükemmel kadın neden mutsuz olur?
Çünkü bu kadınlar başkaları için yaşarlar…
Bir ilişkide kadın, eşinin hayatını gereğinden fazla kolaylaştırdığında, iyi bir iş yapmış olmaz. Her sorunu çözebilen, sorumlulukları üstünde taşıyan, düzeni koruyan ve bunun için insanüstü çaba gösteren kadın, karşısındaki erkeğin genetiğini bozar.

İnsan doğası almaya, tüketmeye eğilimlidir ve rahata çabuk alışır. Mükemmel kadın, her konuda başarılı olduğundan, karşısındakine yapacak bir şey bırakmaz.
Armut piş, ağzıma düş…
İlişkiler, paylaşım olmadan büyümez…
Kadın ve erkeğin gelişimi, yaşamın getirdiği sorumluluklar, dersler ve çaba ile doğru orantılıdır.

Çocuğunun okul ödevlerini kendisi yapan bir anne, evladının öğrenmesini ve yeteneklerini geliştirmesini engellediğinin farkında değildir.
Aynı durum ilişkilerde de geçerlidir.
Eşinin işlerini üstlenen, yapması gerekenleri onun yerine yapan, beceremediklerini bir şekilde halleden mükemmel kadın, mutsuz olmaya mahkumdur.
İşin garip tarafı, bu yapıdaki kadınların ilişkileri, genellikle hayal kırıklığı ile biter.
En çok aldatılan, terk edilen kadınlar, kusursuz kadınlardır.
Neden aldatıldıklarını anlayamazlar.

Üstelik, eşlerinin seçtikleri kadınlar, kendilerinden çok daha vasıfsız olanlardır.
“Benim neyim eksikti”  işte bu cümlenin cevabı havada kalacaktır, hatta şok etkisi bile yaratabilir ama eksik olan kusurdur. İlişkiler paylaşım üzerine kuruludur. Mükemmel kadın, eşinin yapacaklarını üstüne aldığında, zaferlerini de elinden almış olur. Çaba göstermek uğraşmak için ortada sebep bırakmaz. Heyecanı, hevesi kalmayan bir eş, doğal olarak gidip, kendini göstereceği, yaratacağı başka ortamlar arar.

Çevrenizdeki insanları bir düşünün.
İçlerinde, mükemmel olduğuna inandığınız ama hala neden evlenemediğini ya da mutsuz bir ilişkisi olduğunu anlayamadığınız kişiler yok mu?
Dışarıdan bakıp, dört dörtlük kadın dediklerinizle birlikte yaşadığınızı hayal edin.
Hazır bir hayat.

İlk başlarda çok keyifli gelse de, zaman içinde son derece sıkıcı, tek düze ve boş bir yaşam şeklini alır.
İnsani egonuz zarar görür…
Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir.
Sürekli başkaları için yaşamak, onların ihtiyaçlarını gidermek,  onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak,
hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek,
karşı taraftan alkış ve takdir almaz. Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez. Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar.
İlişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.
Mükemmel kadın mutlu olamaz.

Başkalarının hayatını düzenlerken,  kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur. Mükemmellik, insana ait değildir. 

Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın..
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar

Mükemmel kadın mutlu olamaz!

(Alıntıdır)

20 Eylül 2018 Perşembe

Kısa Bir Hayat Hikayesi

Hayatımızda bazı kadınlar vardır, bilirsiniz; onlar anne olurlar, baba olurlar, abla olurlar, kardeş olurlar… Hayatımızda yerleri başkadır. Güçlü kadın dendiğinde ilk aklıma gelendir.
Beni ben yapan, içimdeki Pınar’ı ortaya çıkaran, hayatımda beni benden daha fazla düşündüğüne inandığım tek kişi, işte o benim annem…
Kalbim, annemden en büyük miras bana.
Hayatım boyunca hep yanımda duran ve destek olan anneme ve başıma gelen tüm iyi/kötü olaylarda payı olan herkese teşekkür ederim. Ben yaşadıklarım sayesinde kendimi bulmaya, yaşadıklarımı sorgulamaya ve hayatımı anlamlandırmaya başladım.

“Her şey üst üste geliyorsa korkma, orası kaderinin değişeceği yerdir” diyor ya Mevlana, işte bir gün herkes tam da o cümleyi yaşıyor.

Hayatımda yaşadığım çok şey için “niye yaşadım bunları?”, “neden benim başıma geldi?” diyoruz ama aslında o kızdığımız şeylerin hepsinin içinde bir hayır var. O yüzden kızarak değil şükrederek yaşamayı öğreniyorsunuz bir yerden sonra… Sonuna kadar haklı da olabilirsiniz yaşadıklarınızda. Hatta size yaşatılanlar yüzünden başkaları suçlu da olabilir ama hayatın yaşattıkları ve karşımıza çıkanlar asla tesadüf değildir. Hayat bizlerden hep bir şeyler öğrenmemizi ister ve istediği şeyler gizlidir. Sevgi, her zaman bir umut olacak kalbimizde tıpkı dua gibi. Affedelim gitsin, hayatın bize öğretmek istediğini görmeli ve onu öğrenmeliyiz
Ve sonrasında kendimizi bırakmalıyız hayata ve o bize istediğini yaşatsın…

Küçükken hep günlük tutardım, hatta halen daha devam ediyorum. Birini bitirip diğerine başlardım, hepsini saklıyorum halen. Açıp okuduğumda kimi zaman gülüyor kimi zaman da hüzünleniyorum.Yıllarca kağıtlarda yazdım, halen yazıyorum… Sanırım kendimi biraz daha aştım şimdi sitemde ve blogumda da yazmaya devam ediyorum. Güzel dönüşler de alıyorum.

Hayatımda hep üzdüğüm kadar üzüldüm ama üzüldüğüm kadar kimseyi üzmedim. Korktum bana kötülük yapanlara karşılığında kötülükle cevap vermekten.  Kendime yakıştıramadım intikam almayı… Biri beni aldattığında gidip öcümü almadım. Öfkemle dilime taşınan hiçbir cümleyi söylemedim beni kandıranlara, üzenlere…  Şimdi iyi ki de yapmamışım diyorum.

Sonra kendi kendime kararlar aldım ve daha önemlisi uyguladım.
Herhangi bir yerde bana birilerini hatırlatan şarkılar olmamalı, ben o şarkılar bir yerde çaldığında hatırlanan kişi olmalıyım dedim. Değişmem gerekiyorsa, değişmeliydim. Ve unutmayı öğrendim…
Gülmeliyim, çünkü gülmek bana çok yakışıyor…
Birileri artık beni sevmiyor olabilir ama ben hayatta her zaman , yanımda birileri varken dahi yalnız yaşadığımı bildim. 
Öyle kolay pes etmiyorum artık.
Üzmüyorum kendimi, aklıma getirmiyorum. Canımı yakan insanların ardından koşardım, artık koşmuyorum. Gitmeyi göze alan hiç kimse için kılımı dahi kıpırdatmıyorum.  Geçmişte pişman olduğum şeyler yaşamıştım ama şimdi pişmanlık nasıl bir şeydi hatırlamıyorum. 
Teşekkür ediyorum yaşadığım her şeye ve iyi ki yaşamışım diyorum.
Biliyorum, kimse boşu boşuna çıkmadı karşıma. Bazıları benim cezam, bazıları ise bana verilmiş en büyük armağandı. Geç bile olsa anladım, önemli olan şey; yaşadıklarımın beni güçlendirmesiydi. Aldatıldı isem, bu benim kandırılmış olduğumu göstermezdi; karşımdakinin karaktersizliğini, zavallılığını, kaybını da gösterirdi. 

Neden mi böyle oldum?
Çünkü ne zaman birinin gitmemesini istesem, bıraktı ve gitti.
Çünkü az değer verdiğim kişiler, bana o kadar çok değer verdiler.

Şimdi daha iyi anlıyorum; kalbin güzelse, yaşadığın kötü şeylerin veya sana yapılan haksızlıkların önemi yoktur. Çünkü eninde sonunda kazanan sen oluyorsun. 

Benim hikayem tam “bittim” dediğimde değişmem ile ve hayata yeniden doğmam ile birlikte başladı…

19 Haziran 2018 Salı

Kendinizi Bulun!

Eski sevgilinizi değil, kendinizi geri getirmeye bakın! Hayat bugünde var olur. Geçmiş çoktan geçmiştir ve gelecek yarındır. Bugün ise buradadır ve tek gerçektir. Değerli vaktinizi kontrol edemediğiniz şeyleri değiştirmeye çalışarak boşa harcamayın. Kendi mutlu benliğinizi bulun. Sevdiğiniz insanlarla görüşün, sevdiğiniz şeyleri yapın. Hiç öyle hissetmeseniz de içinizdeki acı sonunda geçecek. Ve tekrar nefes almaya başlayacaksınız. Unutmayın, her seferinde sadece bir gün sonra yepyeni bir gün daha… 
Ve nihayetinde tekrar zevkle soluyacağınız bir hayat var önünüzde!

Oyunlar oynayarak yaratacağınız aşkı birkaç ay, en fazla bir sene elinizde tutabilirsiniz. Vaktiniz bir seneyi çöpe atacak kadar değersiz mi? O zaman oyunlara değil gerçeklere odaklanın. Nasıl mı başaracaksınız? Okumaya devam edin o zaman!

Mutluluğu dışarıda aramayın. Mutluluk içinizden gelir. Kendiniz olun, tek gerçek sizsiniz. Gerçek kendinizin farkına varın. Zihninizi gerçekten özgür bırakıp kendinizi gerçekleştirdiğinizde bir başkası olmadan da mutlu olabildiğinizi göreceksiniz ve enerjiniz genişleyecek. İnsanlara çekici gelen, “iyi görünüyorsun” dedirten işte etrafa yaydığınız bu mutluluk ve kendiniz olma halinizdir. Ama unutmayın, başkalarını kendinize çekmek için değil, kendiniz için mutlu olun! Sonra kendinize sizin gibi kendi kendine mutlu olabilmiş bir başkasını bulun ve beraberken toplam mutluluğunuzun nasıl arttığını görün. İşte gerçek aşk adayı budur!

Aşık olmak, aşık olmayı istemekle, aşka olan inancınızla ilgilidir ve çoğu aşk bir yanılsamadır aslında. Önemli olan ortada aşk yokken de uyumlu olacağınız ve içtenlikle seveceğiniz bir insan bulup kendinizi ona aşık olduğunuza inandırmaktır. Bunu karşılıklı olarak yapmayı başarabilirseniz, çok uzun süren mutlu bir beraberliğiniz olabilir.

Gerçek aşk, ancak her şeyin çok doğal olduğu ortamda yeşerebilir. Doğal olun. Kendi doğal halinizin en iyisi olun. ...mış gibi yapmayın. (seviyormuş gibi, özlüyormuş gibi, gitmeyecekmiş gibi, değer veriyormuş gibi) Sürdüremeyeceğiniz oyunlara girmeyin. Oyunlarla kendinize bağladığınızı düşündüğünüz insanlar ansızın hayatınızdan çıkarlar. Ayrıca oyun oynadığınız sürece gerçek aşkın tadını alamazsınız. Aşk oyunları, eğer illa oynanacaksa, aşk için değil, aşk oyunu adına oynanmalıdır. Ve arkasından gerçek bir aşk beklenmemelidir! Yaşayıp gördüm, çok değer verirken oyuna gelmiştim çünkü karşımdakinin amacı sadece duygular ile oynayıp zaman geçirmekti.

Aşk yoklukta oluşur. Size bazı oyunlarla aşkı elde edeceğinizi vaat eden tüm taktikler aslında karşınızdakini bir şekilde psikolojik yokluğa sürüklemekten ibarettir. Bu açıdan aşk oyunlarının işe yarayacağını düşünebilirsiniz. Düşünmediğiniz nokta ise karşınızdakinin size değil, yarattığınız maskeye aşık olduğu veya aslında gerçekten aşık olmadığı gerçeğidir. Halbuki bu yokluğu oyunları bir kenara bırakıp kendiniz olarak da yaratabilirsiniz. Her insanın kendi alanına, kendi uğraşlarına odaklanmaya, üretmeye ve başarmaya ihtiyacı vardır. Kendiniz olmaktan vazgeçmezseniz, oyunlarınız olmadan da birbirinizi özlersiniz ve eğer doğru insanı seçmişseniz ona tekrar tekrar aşık olursunuz. Bunu karşılıklı olarak başarabilirseniz, işte gerçek aşk budur!

En son ne zaman iletişim kurdunuz? Bunun iletişim olduğuna emin misiniz? Dilin “tuzu uzatır mısın” demekte yeterli, soyut kavramları konuşmakta bazen yetersiz kaldığını hissettiniz mi hiç? Hele kavram konuşmak çok yanıltıcı olabilir. Aşk istiyorum dediğinizde, karşınızdaki acaba aşktan ne anlıyor? Onun için, örneğin “Huzur istiyorum” demeyin, huzurdan ne anladığınızı anlatın. Aradığınız duyguları kelimelere dökün. Veya dökmeyin, hissettiğinizde işte ben bunu istiyorum deyin. Kalem bazen kılıçtan keskindir, doğru. Yine de yılmayın, sonuna kadar iletişim kurun. Gizem yaratarak karşınızdakinin size kapılması sizce gerçek aşk mı? Bırakın gizemi, kaçıp kovalanmayı, kendiniz olun, iletişim kurun, ne istediğinizi anlatın, karşınızdakinin ne istediğini anlayın. Ve eğer istekleriniz birbirini tutmuyorsa hiç düşünmeden yolunuza devam edin. İnsanlar değişmez. En azından birisi için değişmez. Çoğu zaman insanların özü aynı kalır. Ve etrafa uyum sağlayacakları kadar değişirler. Karşınızdakini olduğu gibi kabul edin ve onun da sizi kendiniz gibi kabul etmesini bekleyin. Sıkılmayın. Sıkılmaktan korkmayın. Sıkılmak da hayatın bir parçası. Beraber sıkılmayı da göze alın. Siz kendiniz olduğunuz sürece zaten mutlu olacaksınız. Unutmayın, sizin içinizden mutsuzluk geliyorsa karşınızdaki sizi hiçbir zaman mutlu edemez. İki insan olarak ayrı ayrı mutlu olun. Beraber çok daha mutlu olun. Hayatın iniş çıkışlarında birbirinizin elinden tutun. Herkes her zaman mutlu olamaz. İlk mutsuzlukta birbirinizden sıkılmayın. İyi günde kötü günde derken, iyi günden çok kötü günü düşünerek söz verin. Tutamayacaksanız hiç söz vermeyin. Siz kendi içinizde ne kadar mutlu iseniz, kötü günlerde karşınızdakinin o kadar çok yanında olursunuz. Ve bunlar karşılıklıdır. İlişkinin güzelliği de zaten buradadır.

Beklediğim ve istediğim gerçek "Aşk" a...