2 Mart 2012 Cuma

Dipsiz Kuyu

Bir kuyu çizmeliydim, o çizmemi istemişti ve çizdim... ”Aşkın yaşam suyu akıyor” dedi, içinden. “Şimdi inip en dibinden bir içimlik çıkar bizim için ve kana kana içelim, hem daha uygunu var mı ikimizden başka sonsuz aşkı yaşamayı hak eden?”
Aldandım... Hiç düşünmeden daldım karanlığına bu düşsel kuyuya ve ben indikten hemen sonra Yusuf’u kör kuyusunda bırakıp giden kardeşleri gibi bırakıp gitti o da...
Günlerce bekledim, yolu yalnızlık çölüne düşenlerden yardım bekledim, bağırdım her duyduğum sese ama duyan olmadı nafile! Hepsi sağırdı, kördü... Bir parça gökyüzü işte tek görebildiğim buydu işte.
Bazen yolunu kaybetmiş bir rüzgar eğilip kulağıma anlamadığım bir dilde şarkılar fısıldıyordu bazen ise dolunayla dertleşirken buluyordum kendimi. Bilseniz ne kederli bir şeydir yağmur yüklü bir bulutun geçmesi üzerinizden...
İçine düştüğüm bu kör kuyunun soğuk ve nemli taşları gibi gerçek bir şey varsa hayatta; şairlerin, hastaların yataklarında, sayıkladıkları gibi tüm o ahenkli dizelerinin aslında aşkın kırıntısını bile tasvir edemeyeceğidir.
Şehirlerin aydınlatılmaya çalışılması gibi sokak lambalarının ışığıyla ,göz kamaştırıcı, yalnız geniş caddelerle sınırlı bir gösteri, her şey sahte...
Ya da yanılıyor olmalıyım ben elbette içine düştüğüm bu karanlığı aşkın kendisi sayarak sarılmam ona varlığını kaybettiğim sevgilinin yokluğunu da severek kandırmamdır kendimi... Ne saçma…
Oysa şimdi uçsuz bucaksız aşk coğrafyasında onlarca mutlu aşık kol kola dolaşıyor. Her adımın ardından biraz daha alışarak bedenleri, her adımda biraz daha az yabancı birbirlerine ve şaşkınlıkla seyrediyorlardır sevgilinin bakışlarında beliren suretlerini. Öyle sandığım gibi en güzel sözcükleri sıralama kaygısından da uzak sadece susarak ve arada dokunarak utangaç bir aşkın sıcaklığında dudaklarına yarin, tutup nefeslerini… Benimkisi nefret bile edemeyişi olmalı kendini kör kuyuya atan sevgiliden. ”Bana bir kuyu çiz ”dedi, ”Aşkın yaşam suyu aksın içinden” çizdim… Ve ben kuyuya iner inmez çekip gitti.
Gitmese ona ,suyun kaynağından bahsedecektim, göğüs kafesimizde nasıl sıkıştığından…
Gitmese ona suyun berraklığından bahsedecektim gözlerimizdeki aynalığından… Gelmeyecek biliyorum yine de kızamıyorum hiç, yetiyor şimdilik bir mendil gökyüzü.
Dönüşlerini bekliyorum göçmen kuşların sürü sürü zira çok oldu başlaması buralarda baharın ve dolunayın parlak yüzünde çok sevdiğim o gülüşü görebiliyorum bazen o anlarda bütün o yolculukları güzel günleri düşünüyor, büyük bir hediye sayıyorum her şeye rağmen tanışmış olmayı onunla.
Şimdi yanı başımda olsa ve desem ki ona "sevgili, artık bulutlar bile farkında varlığımın ve yokluğunu yok etmek istercesine, senin gök ve toprak karışımı teninden kopan damlalarını bırakıyor kör kuyunun soğuk taşlarına".
Aşkın, acının ve ayrılığın tasvirine dair. Gecede yıldızlar konuyor başucuna kuyunun, uykusundayken binlerce insan bana uzaklığı anlatıyorlar; uzağın ne demek olduğunu bana.
Kırpıyorlar gelecekteki güzel günleri müjdelercesine yeter ki sönmesin içindeki ışığı aşkın dercesine.
Bu evren bir koca kuyu, karanlık ve dipsiz soğuk ve nemli ve görebildiğin yıldızların hepsi aşk için bu kuyuya düşen aşıklardan başkası değil işte…