20 Eylül 2018 Perşembe

Kısa Bir Hayat Hikayesi

Hayatımızda bazı kadınlar vardır, bilirsiniz; onlar anne olurlar, baba olurlar, abla olurlar, kardeş olurlar… Hayatımızda yerleri başkadır. Güçlü kadın dendiğinde ilk aklıma gelendir.
Beni ben yapan, içimdeki Pınar’ı ortaya çıkaran, hayatımda beni benden daha fazla düşündüğüne inandığım tek kişi, işte o benim annem…
Kalbim, annemden en büyük miras bana.
Hayatım boyunca hep yanımda duran ve destek olan anneme ve başıma gelen tüm iyi/kötü olaylarda payı olan herkese teşekkür ederim. Ben yaşadıklarım sayesinde kendimi bulmaya, yaşadıklarımı sorgulamaya ve hayatımı anlamlandırmaya başladım.

“Her şey üst üste geliyorsa korkma, orası kaderinin değişeceği yerdir” diyor ya Mevlana, işte bir gün herkes tam da o cümleyi yaşıyor.

Hayatımda yaşadığım çok şey için “niye yaşadım bunları?”, “neden benim başıma geldi?” diyoruz ama aslında o kızdığımız şeylerin hepsinin içinde bir hayır var. O yüzden kızarak değil şükrederek yaşamayı öğreniyorsunuz bir yerden sonra… Sonuna kadar haklı da olabilirsiniz yaşadıklarınızda. Hatta size yaşatılanlar yüzünden başkaları suçlu da olabilir ama hayatın yaşattıkları ve karşımıza çıkanlar asla tesadüf değildir. Hayat bizlerden hep bir şeyler öğrenmemizi ister ve istediği şeyler gizlidir. Sevgi, her zaman bir umut olacak kalbimizde tıpkı dua gibi. Affedelim gitsin, hayatın bize öğretmek istediğini görmeli ve onu öğrenmeliyiz
Ve sonrasında kendimizi bırakmalıyız hayata ve o bize istediğini yaşatsın…

Küçükken hep günlük tutardım, hatta halen daha devam ediyorum. Birini bitirip diğerine başlardım, hepsini saklıyorum halen. Açıp okuduğumda kimi zaman gülüyor kimi zaman da hüzünleniyorum.Yıllarca kağıtlarda yazdım, halen yazıyorum… Sanırım kendimi biraz daha aştım şimdi sitemde ve blogumda da yazmaya devam ediyorum. Güzel dönüşler de alıyorum.

Hayatımda hep üzdüğüm kadar üzüldüm ama üzüldüğüm kadar kimseyi üzmedim. Korktum bana kötülük yapanlara karşılığında kötülükle cevap vermekten.  Kendime yakıştıramadım intikam almayı… Biri beni aldattığında gidip öcümü almadım. Öfkemle dilime taşınan hiçbir cümleyi söylemedim beni kandıranlara, üzenlere…  Şimdi iyi ki de yapmamışım diyorum.

Sonra kendi kendime kararlar aldım ve daha önemlisi uyguladım.
Herhangi bir yerde bana birilerini hatırlatan şarkılar olmamalı, ben o şarkılar bir yerde çaldığında hatırlanan kişi olmalıyım dedim. Değişmem gerekiyorsa, değişmeliydim. Ve unutmayı öğrendim…
Gülmeliyim, çünkü gülmek bana çok yakışıyor…
Birileri artık beni sevmiyor olabilir ama ben hayatta her zaman , yanımda birileri varken dahi yalnız yaşadığımı bildim. 
Öyle kolay pes etmiyorum artık.
Üzmüyorum kendimi, aklıma getirmiyorum. Canımı yakan insanların ardından koşardım, artık koşmuyorum. Gitmeyi göze alan hiç kimse için kılımı dahi kıpırdatmıyorum.  Geçmişte pişman olduğum şeyler yaşamıştım ama şimdi pişmanlık nasıl bir şeydi hatırlamıyorum. 
Teşekkür ediyorum yaşadığım her şeye ve iyi ki yaşamışım diyorum.
Biliyorum, kimse boşu boşuna çıkmadı karşıma. Bazıları benim cezam, bazıları ise bana verilmiş en büyük armağandı. Geç bile olsa anladım, önemli olan şey; yaşadıklarımın beni güçlendirmesiydi. Aldatıldı isem, bu benim kandırılmış olduğumu göstermezdi; karşımdakinin karaktersizliğini, zavallılığını, kaybını da gösterirdi. 

Neden mi böyle oldum?
Çünkü ne zaman birinin gitmemesini istesem, bıraktı ve gitti.
Çünkü az değer verdiğim kişiler, bana o kadar çok değer verdiler.

Şimdi daha iyi anlıyorum; kalbin güzelse, yaşadığın kötü şeylerin veya sana yapılan haksızlıkların önemi yoktur. Çünkü eninde sonunda kazanan sen oluyorsun. 

Benim hikayem tam “bittim” dediğimde değişmem ile ve hayata yeniden doğmam ile birlikte başladı…

19 Haziran 2018 Salı

Kendinizi Bulun!

Eski sevgilinizi değil, kendinizi geri getirmeye bakın! Hayat bugünde var olur. Geçmiş çoktan geçmiştir ve gelecek yarındır. Bugün ise buradadır ve tek gerçektir. Değerli vaktinizi kontrol edemediğiniz şeyleri değiştirmeye çalışarak boşa harcamayın. Kendi mutlu benliğinizi bulun. Sevdiğiniz insanlarla görüşün, sevdiğiniz şeyleri yapın. Hiç öyle hissetmeseniz de içinizdeki acı sonunda geçecek. Ve tekrar nefes almaya başlayacaksınız. Unutmayın, her seferinde sadece bir gün sonra yepyeni bir gün daha… 
Ve nihayetinde tekrar zevkle soluyacağınız bir hayat var önünüzde!

Oyunlar oynayarak yaratacağınız aşkı birkaç ay, en fazla bir sene elinizde tutabilirsiniz. Vaktiniz bir seneyi çöpe atacak kadar değersiz mi? O zaman oyunlara değil gerçeklere odaklanın. Nasıl mı başaracaksınız? Okumaya devam edin o zaman!

Mutluluğu dışarıda aramayın. Mutluluk içinizden gelir. Kendiniz olun, tek gerçek sizsiniz. Gerçek kendinizin farkına varın. Zihninizi gerçekten özgür bırakıp kendinizi gerçekleştirdiğinizde bir başkası olmadan da mutlu olabildiğinizi göreceksiniz ve enerjiniz genişleyecek. İnsanlara çekici gelen, “iyi görünüyorsun” dedirten işte etrafa yaydığınız bu mutluluk ve kendiniz olma halinizdir. Ama unutmayın, başkalarını kendinize çekmek için değil, kendiniz için mutlu olun! Sonra kendinize sizin gibi kendi kendine mutlu olabilmiş bir başkasını bulun ve beraberken toplam mutluluğunuzun nasıl arttığını görün. İşte gerçek aşk adayı budur!

Aşık olmak, aşık olmayı istemekle, aşka olan inancınızla ilgilidir ve çoğu aşk bir yanılsamadır aslında. Önemli olan ortada aşk yokken de uyumlu olacağınız ve içtenlikle seveceğiniz bir insan bulup kendinizi ona aşık olduğunuza inandırmaktır. Bunu karşılıklı olarak yapmayı başarabilirseniz, çok uzun süren mutlu bir beraberliğiniz olabilir.

Gerçek aşk, ancak her şeyin çok doğal olduğu ortamda yeşerebilir. Doğal olun. Kendi doğal halinizin en iyisi olun. ...mış gibi yapmayın. (seviyormuş gibi, özlüyormuş gibi, gitmeyecekmiş gibi, değer veriyormuş gibi) Sürdüremeyeceğiniz oyunlara girmeyin. Oyunlarla kendinize bağladığınızı düşündüğünüz insanlar ansızın hayatınızdan çıkarlar. Ayrıca oyun oynadığınız sürece gerçek aşkın tadını alamazsınız. Aşk oyunları, eğer illa oynanacaksa, aşk için değil, aşk oyunu adına oynanmalıdır. Ve arkasından gerçek bir aşk beklenmemelidir! Yaşayıp gördüm, çok değer verirken oyuna gelmiştim çünkü karşımdakinin amacı sadece duygular ile oynayıp zaman geçirmekti.

Aşk yoklukta oluşur. Size bazı oyunlarla aşkı elde edeceğinizi vaat eden tüm taktikler aslında karşınızdakini bir şekilde psikolojik yokluğa sürüklemekten ibarettir. Bu açıdan aşk oyunlarının işe yarayacağını düşünebilirsiniz. Düşünmediğiniz nokta ise karşınızdakinin size değil, yarattığınız maskeye aşık olduğu veya aslında gerçekten aşık olmadığı gerçeğidir. Halbuki bu yokluğu oyunları bir kenara bırakıp kendiniz olarak da yaratabilirsiniz. Her insanın kendi alanına, kendi uğraşlarına odaklanmaya, üretmeye ve başarmaya ihtiyacı vardır. Kendiniz olmaktan vazgeçmezseniz, oyunlarınız olmadan da birbirinizi özlersiniz ve eğer doğru insanı seçmişseniz ona tekrar tekrar aşık olursunuz. Bunu karşılıklı olarak başarabilirseniz, işte gerçek aşk budur!

En son ne zaman iletişim kurdunuz? Bunun iletişim olduğuna emin misiniz? Dilin “tuzu uzatır mısın” demekte yeterli, soyut kavramları konuşmakta bazen yetersiz kaldığını hissettiniz mi hiç? Hele kavram konuşmak çok yanıltıcı olabilir. Aşk istiyorum dediğinizde, karşınızdaki acaba aşktan ne anlıyor? Onun için, örneğin “Huzur istiyorum” demeyin, huzurdan ne anladığınızı anlatın. Aradığınız duyguları kelimelere dökün. Veya dökmeyin, hissettiğinizde işte ben bunu istiyorum deyin. Kalem bazen kılıçtan keskindir, doğru. Yine de yılmayın, sonuna kadar iletişim kurun. Gizem yaratarak karşınızdakinin size kapılması sizce gerçek aşk mı? Bırakın gizemi, kaçıp kovalanmayı, kendiniz olun, iletişim kurun, ne istediğinizi anlatın, karşınızdakinin ne istediğini anlayın. Ve eğer istekleriniz birbirini tutmuyorsa hiç düşünmeden yolunuza devam edin. İnsanlar değişmez. En azından birisi için değişmez. Çoğu zaman insanların özü aynı kalır. Ve etrafa uyum sağlayacakları kadar değişirler. Karşınızdakini olduğu gibi kabul edin ve onun da sizi kendiniz gibi kabul etmesini bekleyin. Sıkılmayın. Sıkılmaktan korkmayın. Sıkılmak da hayatın bir parçası. Beraber sıkılmayı da göze alın. Siz kendiniz olduğunuz sürece zaten mutlu olacaksınız. Unutmayın, sizin içinizden mutsuzluk geliyorsa karşınızdaki sizi hiçbir zaman mutlu edemez. İki insan olarak ayrı ayrı mutlu olun. Beraber çok daha mutlu olun. Hayatın iniş çıkışlarında birbirinizin elinden tutun. Herkes her zaman mutlu olamaz. İlk mutsuzlukta birbirinizden sıkılmayın. İyi günde kötü günde derken, iyi günden çok kötü günü düşünerek söz verin. Tutamayacaksanız hiç söz vermeyin. Siz kendi içinizde ne kadar mutlu iseniz, kötü günlerde karşınızdakinin o kadar çok yanında olursunuz. Ve bunlar karşılıklıdır. İlişkinin güzelliği de zaten buradadır.

Beklediğim ve istediğim gerçek "Aşk" a...



7 Haziran 2018 Perşembe

Güçlü Kadınlar

Hiçbir kız çocuğu güçlü kadın olmak için doğmaz bu hayata… Hepsi masum hayaller kuran, şımarık bir prenses olarak gelirler. Kaderdir onları, cadı, fettan ya da güçlü kadın yapan…
Tutulmamış sözler, yaşanamamış mutluluklar, çaresiz hastalıklar, ölümler ve ayrılıklar daha çok güç vermiştir onlara! Güçlü kadın her ihtimalde yaşanmışlıkları düşünmez,  onlar yaşanmışlıklar sayesinde güçlüdür zaten. Boyun eğmez,  her zaman ve her yerde ben buradayım diyebilir…
Ve bence her zaman mutlu olmayı hak ederler, hani en alımlısından mutluluğu…

Ya erkekler;  sadece kaslarıyla ve sözleriyle güçlüler...
Ama hiçbir zaman acı çekmiş, annesini babasını kaybetmiş, söz verilip tutulmamış, birçok felaket yaşayıp yılmamış bir Kadın kadar güçlü olamazlar hiçbir zaman…

Güçlü kadın,  herkes gibi hatta herkesten çok acı çeker. Öyle sanıldığı gibi duygusuz değildir. güçlü kadının her gün kuşanması gereken bir zırhı vardır; dışarıdan görünen dik baş, geniş ve sağlam omuzlar, sürekli gülümseyen bir surat! Ama o zırhın altında zırhından da ağır bir yorgunluk taşır. Ağladığını, incindiğini, üzüldüğünü çevresine göstermeden, kendisine
acındırmadan yaşar. Acılarını, sıkıntılarını, ayrılıklarını içinde yaşayan kadındır güçlü kadın.

Canı çok yanar,evde kendi başına kalkıp çorba yapamayacak derecede hasta olabilir, tüm dünyayı karşısına alabilecek kadar aşık da olabilir… Ya sonra mı? Sonra terk edilir hem de sebep yokken.  Karşısındaki güçlü olduğunu anladığı için; her şeyi hissettirmesine karşılık erkek gücü olmadığını söyler…  O an durup düşünürsün evet sen güçlü biri değilsin o güçlü kadın seni dokuz ay karnında taşıyıp bu dünyaya getiren anne diye haykırmak gelir içinden…

Oturup günlerce, gecelerce ağlayabilir. Tek farkı gözyaşlarını sadece kendisi görsün ister. Çünkü güçlüdür o istemez kimse onu ağlarken, üzülürken görsün o böyle alışmış hayata tek başına kalmaya...

Ayağa kalkan, üstünü başını düzeltip, yaralarına pansuman yapan ve hayatına kaldığı yerden
devam edendir güçlü kadın. Yaşadığı ne kadar kötü, olumsuz ve yıpratıcı olursa olsun ayakta durmayı başarabilen, hayata karşı duruşu olan kadındır güçlü kadın. Bu dengeyi bozacak hiçbir şeyi hayatında istemez buna karşılık ne istediğini bilen kadındır. Zaman ve enerjisini doğru yerde, doğru kişilerle harcamayı seçen, vazgeçmesi gerektiğinde çok zor olsa da bunu başarabilen kadındır.

Çünkü güçlü kadınlar terk ediliyor, sevilmiyorlar. Güçlü kadınlar güçlü olabilmeyi kendileri seçmemiş, güçlü olmak zorunda bırakılmış kadınlardır bence.

Peki, olayın bilimsel boyutunu biliyor musunuz? İnsan vücudu en fazla 45 del(birim) acıya dayanabilir. Doğum anında bir anne 57 del (birim) kadar acı çeker. Bu aynı zamanda 20 kemiğin kırılmasına eş değerdir. Yani kadın yaradılışı gereği güçlüdür ama ne kadar güçlü olursa olsun bir erkeğin onu koruması bambaşka bir olaydır…

Ataerkil toplumlarda yetişmiş, öz güven sorunu olan erkekler, güçlü kadınları sevmez!..
Bunun altına milyonlarca sebep sıralanabilir…

Dönüp bakıyorum kendi hayatıma ve çevremdekilere;  çok insan tanıdım. Bir kaçını çok sevdim, hayatımın baş köşesine oturttum. Çok değer verdim, çok emek verdim, kaybetmemek adına çok uğraştım ama başaramadım. Her bitişte, her gidişte mantıklı bir sebep bekledim ama hepsinde de yuvarlak cümleler duydum. Hiçbiri de “şu nedenle bitti” şeklinde mantıklı bir açıklama yapamadı bana. Biri yaptığı hataya karşılık haklı olduğumu anladığı ve söylediği halde “iki tarafı da teraziye koydum şu anda bir taraf ağır basıyor” demişti. Hangi taraf olduğunu sormuştum.  Benim tarafım olduğunu ama bana yaşattıklarına karşılık benim kendisine çok iyi biri olduğumu ve benden af dileyemeyeceğini söylemişti. O an içimde fırtınalar koptu, yüreğim çok yaralanmıştı ama güçlüydüm karşısında ağlamadım bile. Veda edip ayrıldım. Diğeri için ortada sorun dahi yokken çok çaba sarf ettim. Ben hep emek verendim, bir şey olduğunda benim de bir kabahatim vardır diye hep alttan aldım. Yanlış anlaşılmalar yaşanmaması için hep açıkladım, hep hissettiklerimi anlattım, her şeyi açıklamaya çalıştım, değerli olduğunu her dakika hissettirmeye çalıştım ama yine başaramamışım. Sebep yoktu, sorduğumda mantıklı açıklama dahi yoktu, hiç olmadı. “Değerli olduğumu hissettirdin ama benim bir ilişki yaşamaya gücüm yok” dendi. Çok sürmedi bu cümleden sonra…. Bir ay sonrasında yeni bir ilişki yaşamaya başlamıştı ve gözlerimle gördüğümde yıkıldım. Canım öyle yandı ki anlatamadım kimseye. Üzüldüğümü, bu şekilde öğrenmemem gerektiğini söylediğimde yine kötü olan ben oldum. Arkamı döndüm artık, her dakika daha çok uzaklaştım ve uzaklaşıyorum ondan. Yaptıklarıma karşılık bunu kendisi başardı.

İlki hayatına benden sonra kimseyi almayı başaramadı ya da istemedi bilmiyorum, ikincisinin hayatına aldığı kadınla kendimi karşılaştırmıyorum dahi. Ben güçlüydüm ama ona yönetebileceği, çok yorum yapmayan, fikir beyan etmeyen, kendi özgürlüğü olmayan, hayatını birinin hakimiyeti altında sürdürebilecek, gel deyince gelecek git deyince gidecek, kendi kurallarına göre yönetebileceği biri gerekliymiş onu gördüm…  Ben özgürlükse özgürlük, aşk ise aşkı, saygı ise saygıyı sonuna kadar yan yana yaşamak için varım ve olacağım bu dünyada...

Özetle; güçlü kadınlar korkak erkekler nedeniyle yalnızdır!...

6 Mart 2018 Salı

Neredeyim?

"Nerdeyim ben?" bilmiyorum! Yerde miyim, gökte mi? Yoksa ikisinin arasında mı? Eğer ikisinin arasındaysam, yalnız değilim çünkü bütün canlılarla aynı üç boyutlu yanılsamanın içerisindeyim. Sahip olduğum fiziksel bedenin içinde miyim, dışında mı? Yoksa tam yüzeyinde mi? Eğer tam yüzeyindeysem yalnız değilim çünkü bütün insanlarla aynı rüyanın içinde, göründüğüm gibiyim.
Peki, ama ya o fiziksel bedenin içindeysem! Bunca yıldır aynada gördüğüm kişi 'ben' değilsem! Olduğum değil, göründüğüm kişi olmuşsam! Aramak yerine hazır verileni kabullendiysem! Görünen bedenin içine hapis olmuş ve bir türlü dışarı çıkamıyorsam! Aslında çok kolay yaşayabileceğim mutluluk, huzur gibi duygular, fiziksel beden süzgecinden geçirilerek somut olaylara ve maddelere bağlanıp ilişkilendiriliyorsa! Ya özgür olan 'ben' bu dünyanın kuralları ile sınırlandırılan fiziksel bedenimin esiri olmuşsam! Yine de yalnız değilim çünkü dokunamadığım ancak hissettiğim, yasayamadığım ancak gözlemlediğim, tanımlayamadığım ancak anladığım, yokluktaki (dünyadaki) varlığımın varlıktaki (varsa eğer obur taraftaki) yokluğumdan daha önemli olduğunu düşünen bilinmez bir gücün varlığına olan umutlu bir inanış ve çaresiz bir bekleyiş var benimle birlikte olan...

"Kimim ben?" merak ediyorum! Çalışan, sürekli gezen ve güzel bir mesleği olan çoğu kişinin yerinde olmak isteyeceği çalışkanı biri mi yoksa bir yere ait olma duygusunu kaybetmiş, ne zaman akıp giden hayatın yönünü değiştirmek istese sonunda kendini hep aynı yönde akarken bulmuş, sürekli aradığı ve tam bulduğunu zannettiği sırada hayatın oynadığı bazı oyunlar sebebiyle çok istediği şeylerden vazgeçmiş, bastırılmış mutluluğu yontulmuş isyankarlıkla karıştırıp duygusal tepkisizlik elde etmiş, çok basit olduğunu bildiği yasamı karıştırmaya devam etmekten kendini alamamış bir salak mı? Tabi ki ikincisi...

"Neden okuyorum?" anlamıyorum! Bir şeyler okudukça, hayatı anlamaya çalıştıkça, tecrübelerden dersler çıkardıkça, insanları sözlerini kesmeden dinledikçe, doğayı gözlemleyip kendimi gördükçe aptallaşıyorum. Her gecen gün salaklığım daha da artıyor. Bildiğimin, bildiğimi sandığımın ve algılayabildiğimin bir sürahi dolusu su olduğunu sanırken, her gecen günün sonunda buharlaşa buharlaşa bir su damlasına donduğunu görüyorum. Kap buyuyor, su azalıyor. Su azaldıkça yasamı anlamaya çalışmak daha da umutsuz bir hal alıyor. İlk basta verdikleri bir bardak suyla idare etmek dururken niye kasındım onu da anlamıyorum!..

Değişiyorum! Artık kendimi bir kalıba koyamıyorum. Su gibi konduğum kabin seklini alıyorum. Sunu yapmam bunu yaparım diyemiyorum. Sunu severim bunu sevmem diyemiyorum. Söylediğim cümlelerle tezada düsen yaşantımın arasında kaldıkça kendime kızıyorum. Geniş zamanlı cümlelerimi şimdiki zamana çevirmeye çalışıyorum. 'Bunu yemem!' yerine 'Simdi canım istemiyor!'
dediğimde başka bir zaman 'Yiyebilirim!' diyebiliyorum. Ne kadar çalıştıysam da olaylara karşı sabit bir tepki oluşturamadığımı ve oluşturamayacağımı artık biliyorum. Aynı teklifle gelen iki insana farklı şekilde davranmamın sadece benim tutarsızlığımın değil onların da kişiliklerinin bir ürünü olduğunu artık biliyorum. 'Onlara öyle bize gelince böyle!' gibi sitemler ile benim ruh halimi düşünmeksizin her zaman aynı tepkiyi göstermemi bekleyen insanlara ise sadece gülümsüyorum. İnsanları bir şeyler yapıp yapmadıkları için değil sadece kendileri oldukları için sevmeyi bilmeyenlere bir şeyler anlatmaya çalışmak onların böyle olma özgürlüklerine müdahale olacağı için sessiz kalmak gerektiğini düşünüyorum. Herkes kendi doğrusuna inanmakta ve ona göre yasamakta özgür. Ben de kendi doğrularımı bulmaya çalışıyorum. Değişiyorum, duygularımla, düşüncelerimle, hayata bakışım ve onu yorumlayışımla...

Gülüyorum gevrek kahkahalarla Tanrı’ya! Ancak bu kadar eğlenceli bir yaşam hazırlanabilir diye. Her ne kadar ikimizin ortak bir ürünü gibi görünse de, O hayatımı tasarlayan mimar ben ise soyut olanı somuta çeviren bir mühendis.
İpin ucundaki kukla gibi... Garip olan şey ise şu; Tanrı ipleri o kadar gevşek tutuyor ki, ne yaparsam yapayım beni sınırlandırmıyor. Belirli bir süre sonra sanki her şeyi kendim yapıyor gibi hissediyorum. Bu yüzden kızdığım Tanrı değil kendim oluyor. Yanılsama dedikleri bu olsa gerek...

Saçmalıyorum! Garip şeylerle ilgileniyorum, Tanrı’yı sorguluyorum, hayatı yaşamak yerine anlamaya çalışıyorum. İnsanlar bu konuları konuşmak istediklerini söylediklerinde mutlu oluyorum. Ancak ya ilk birkaç dakika içinde insanlar bunalıp konuyu değiştiriyor ya da durumumun çok vahim olduğunu söyleyip bir doktora git diyorlar. Artık karar verdim bu konular hakkında konuşmamaya. Konuşurken yalnız olmaktansa konuşmayıp kalabalığa karışmak daha mantıklı geliyor bana...

Tepkisizleşiyorum! İnsanlara, olaylara, Tanrı’ya karsı tepkisizleşiyorum.
Meydana gelen hiçbir olay artik beni şaşırtmıyor. Her şey olması gerektiği gibi oluyor deyip zerre kadar değiştirmeye çalışmıyorum. Çünkü ne zaman ufak bir değişim girişiminde bulunsam bunun sonucunda o insanlara değer vermeye başlıyorum. Değer verdiğim insanların o değere layık olmadıklarını gördüğümde ise neden bu kadar salak olduğum için kendime kızıyorum. Bu yüzden artik tepkisizleşiyorum. İnsanları sonucunun kötü olacağını bildiğim şeyleri yapmamaları için bile uyarmıyorum (Ölüm hariç tabii ki!). İnsanları onlardan daha çok düşünmekten yoruldum artık. Kendime olan güvensizliğimin diğer insanlara karsı aşırı bir değer vermeye dönüşmesini istemiyorum.
İnsanları kırmama ve üzmeme çabamın bana her zaman keder ve kasvet olarak geri dönmesini istemiyorum. Kendi yaşantımı hakları olmadığı halde işgal eden, enerjimi sömüren, beni kendimle tezada düşüren insanları artık yaşantımda istemiyorum. İnsanların peşinden koşmaktan artık yoruldum, yeni bir ben olarak tepkisizleşiyorum insanlara, olaylara ve Tanrı’ya...

Susuyorum! Sustukça nedense daha bir gizemli oluyorum. Aslında konuşanların dikkat çekmesi gerekirken ben nedense suskun olunca dikkat çekiyorum.
Suskunluğumun sebebi soruldukça suskunluğum daha da artıyor. Bunu ilgi çekmek için yaptığımı zannetseler de ben aslında suskunken suskun olduğumun farkına varmıyorum. O kadar çok şey geçiriyorum ki aklımdan tek bir kelime etmeden üç saattir oturduğumun farkına varmıyorum. Suskunluğumun sebeplerini sakladığım dolabı önlerine koyup içindekileri gösterdiğimde de 'Aman düşündüğün şeye bak!..' tesellisi ile karsılaşıyorum. Her zaman söylediğim gibi kimse kimseyi anlayamaz. Bunun için 'Kimse beni anlamıyor!' diye yakınmak yerine 'Problemler var çözmem gereken!' diyerek geçiştirmeye çalışıyorum...

Anlamıyorum! Beni unuttuğunu düşündüğüm Tanrı, aklıma gelmeyecek şekillerde neden hayatımı değiştiriyor anlamıyorum. Dışardan çok güzel olacakmış gibi görünen değişiklikleri her seferinde elime yüzüme bulaştırdığımı görüp de nispet yapar gibi tekrar tekrar karsıma çıkaran Tanrı beni nereye sürüklüyor? Ya da hayatımdaki bütün olayların sebebinin kendim olduğuna inandığım halde, neden Tanrı gibi bir gücün varlığına bağlanıp kötü şeyler için O'na isyan edip sorumluluğu üzerimden atmaya çalışıyorum? Başıma gelen veya gelecek olayların sorumluluğunu üstlenme cesaretini kendimde bulamadığım için mi yoksa bilinçaltıma yerleşmiş kader anlayışından sıyrılıp özgürleşemediğim için mi? Anlayamadığım ancak iyiliğim için olduğu tesellisi ile kendimi avuttuğum bu mutluluk oyununa inanmadığım halde nasıl oynuyorum onu da hala çözebilmiş değilim...

Seviyorum! Bunca yazdığım şeyden sonra her ne kadar inandırıcı gelmese de size, yaşamayı, insanları, doğayı seviyorum. Her şeyin birbiri ile olan mükemmel uyumunu seviyorum. Hayatın dışında kalarak hayatı yasamayı seviyorum. Tanrı’nın beni seyrettiği gibi ben de kenara geçip O'nu ve yaptıklarını seyrediyorum. İnsanların kendilerini dünyanın merkezinde görmelerini, diğer insanları sosyal ve ekonomik statülerine göre sınıflandırmalarını ve en önemlisi basit bir algi yanılması olan dünyayı ebedi gerçeklik olarak algılamalarını şaşkınlıkla seyrediyorum. Gün geçtikçe de artıyor bu şaşkınlığım...

Aşığım! Aşka aşık olma lanetiyle lanetlenmiş Koç burcunun uç noktasındaki örneğim. Aşk duygusunu bütün yoğunluğu ile öyle ulaşılmaz bir yere çıkarıyorum ki kendim bile ulaşamıyorum. Böylesine özel olan bir duygunun basit kelime ve cümle öbeklerine sıkıştırılarak ifade edilebileceğini zanneden, birbirlerine aşık olduklarını söyleyip sonra sebepsiz saatlerce tartışan insanları anlamıyorum. Seviyorum aşkı beni efkârlandırdığı için. Dünyayı boşlamama sebep olduğu için... Sınırları kaldırıp farklı boyutlara akmamı sağladığı için... Peki lanet bunun neresinde? Çıkarılıp açıklanamayacak kadar içinde, kelimelere anlamlarını yitirtecek kadar derinde, anlayabilen için görülebilecek kadar yüzeyde...

Son bölüm dedim buna... Evet son. Benim aptallığımın sonu gelmeyecek olsa da... Son diye yazdım. Sonun yeni bir başlangıç olacağını umarak. Her başlangıcın er ya da geç bir sona varacağını bilerek. Sonların kolay, başlangıçların çok zor olmasını göze alarak. Sorgulamayıp sadece yaşayacağım, düşünmeyip sadece oluruna bırakacağım, anlamaya çalışmayıp sadece kabulleneceğim, yakınmayıp mutlu olacağım bir yasama başlamak için son dedim. Egolarımdan sıyrılıp özüm olan hiçlikte kalabileceğim bir yasama başlamak için son dedim. İyi-kotu, güzel-çirkin ve bunun gibi sıfatları kafamdan silip, olayları ve durumları aynı sıfatlarla genellememek için son dedim. Nefret, kıskançlık, kızgınlık, acıma, gibi duyguları birlik (yani her şeyin ben, benim de her şey olduğum gerçeği) felsefesiyle sindirip, sevgiye dönüştürmek için son dedim.

18 Ocak 2018 Perşembe

Nefes Al

Hayat her zaman adil gözükmeyebilir gözüne ama yine de çok güzeldir.
Hayat o kadar kısa ki, birisinden nefret ederek vaktini harcamamalı
Mucizeleri göremiyorum deme, dışarı çık, mucizeler her yerde bizi bekliyor
Her tartışmayı kazanmak zorunda değilsin. Anlamayana anlatmaya çalışma sus gitsin.
Hayatı çok fazla sorgulama, harekete geç ve gerekeni şimdi yap sonrası geç olacaktır.
İlk maaşından itibaren, emeklilik için para biriktirmeye başla
Konu çikolata olunca direnmek gereksizdir.
Geçmişinle barış ki, geleceğini zehir etmesin. 
Hayatını, başkalarının hayatı ile kıyaslama. Hangi koşullardan geçerek buraya geldiklerini bilemezsin.
Eğer bir ilişkin varsa ve ilişkinin bilinmemesini istiyorsan, o ilişki içinde olmamalısın.
Hayatta ne tutku duyuyorsan peşinden gitmeli ve bu yolda “hayır”ı cevap olarak kabul etmemelisin.
Yeniden çocukluğunu yaşamak tamamen sana bağlı ve kimse de sana karışamaz
Güzel mumlarını yak, güzel çarşaflarını ser, çeyizindeki yemek takımlarını kullan. Özel günleri bekleme, bugün gayet de özel bir gün.
Mor giymek için daha da yaşlanmayı bekleme, sıra dışı olmanın tam sırası
Çok kötü olaylardan sonra şöyle düşün: “5 yıl sonra bu olayın bir önemi olacak mı?”
Herkesi ve her yapılanı bağışla, affet, önemseme, hayat bunlara değmiyor.
Başkalarının senin hakkında ne düşündüğünden sana ne? İstediğini düşünüp, istediğini konuşsunlar her şeyi gören biri var unutma.
Ne demişler, zaman her şeyin ilacı. Zaman ver.
Durum ne kadar iyi ya da kötü olursa olsun değişecek, bunu unutma!
Mucizelere inan.
Unutma, seni öldürmeyen şey seni güçlü kılar. Bu hep böyle olmuştur.
En iyi şeyler henüz gerçekleşmeyenler, umudunu kaybetme.
Ne yapacağını bilemediğinde bir kaç derin nefes al, iyi gelecektir.
Hayat bizlere kocaman bir hediye, bunu unutmadan yaşamalı...

Ve son olarak Ataol Behramoğlu’nun bir şiiri ile bitirelim.

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana…

13 Ocak 2018 Cumartesi

Yaşamla Mücadele

Yine aynı noktadayım sanki... Yaşamla başa çıkamadığımı düşündüğüm anlarda hep başka bir yaşamda olmayı arzuluyorum. Biliyorum, bu bir korkaklık! Ama böyle olsun istiyorum işte.
Mücadeleden yıldım artık! Kimselerin fark etmediği ve fark etmek istemediği zavallı mücadelem.

Yaşam üstüme üstüme geldiğinde, yerime bir kopyamı bırakıp, kaçasım geliyor. Evet , resmen kaçmak istiyorum. Herşeyi özleyene kadar kalmak istiyorum tamamen yabancı insanların olduğu bir yerlerde. Kimse beni tanımasın. "Neyin var?" diye sormasın...
Ve nedense hep böyle zamanlarda geliyor aklıma yarım bıraktığım, ertelediğim, iptal ettiğim düşlerim. Bir arkadaşın "yaşamımı sevmediğim" hakkındaki iddiası doğru. Şu anlarda gerçekten yaşamımı sevmiyorum.

Kötü bir zamandayım… Yaşamın iki ucu arasında gidip geliyorum. Ortası ise belirsiz bir hayat… Kimseye söyleyemiyorum derdimi.. Söylesem de çaresiz belki de.. Sadece paylaşmak… Sadece şu an yaşıyor olduğum kötü durumda sevdiklerim yanımda olsun istiyorum. Saçma sapan bin türlü düşünce var kafamın içinde –kütlenin dışında- Günleri saymaya başladım… Bugün ne olacak? Bu akşam uyursam yarın sabah uyanabilir miyim gerçek dünyaya? Uzun bir yaşam hayal etmedim hiç mesela 50 yaşına gelebileceğimi düşünmedim… Ama şimdi koca bir belirsizlikle yaşamak ağır geliyor bana…

Eğer yarım bıraktıklarımı sonlandırabilseydim ne olurdu? Nasıl bir yaşamım olurdu? diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bazen başa çıkamıyorum yaşamla ya! Sabrım tükeniyor sanki çarelerin tükendiği gibi. Tam mücadelem sonlanıyor diye düşünürken bir anda başladığım noktada buluyorum kendimi. Bu anlarda çevremde olup bitenler hiç ilgilendirmiyor beni sanki. Komşu ülkedeki savaş bile beni ilgilendirmiyor. Kendi yaşam savaşım daha önemliymiş gibi geliyor.
Herkes beni aynı anda unutsun istiyorum mesela. Ve ben sonsuz bir özgürlükle hareket edeyim. Kendimi sahilde bulayım. Ayaklarımı dalgaların taşıdığı kumlar gıdıklarken ben ufka bakıp öylece kalayım. Derin derin aldığım nefesler özlediğim birinin kokusunu getirsin beraberinde mesela. Gözlerimi kapatayım. Açtığımda özlediğim biri yanımda olsa. Müşfik bakışlarını hissetsem üzerimde. "Herşey yoluna girecek, üzülme artık!" diyen sesini duysam kulaklarıma inanamayarak. An uzasa... Sonu gelmese...

Hep böyle zamanlarda mı gelir eski duyguları insanın aklına acaba? Giden böyle zamanlarda mı anımsanır? Gitmeseydi nasıl bir yaşamımız olurdu diye niçin düşünülür ki? Neden elindekilerin değerini bilemezsin? Neden başka hayaller kuşatır seni gerçekler varken? Neden elini tutan eli sımsıkı tutmazsın, tutamazsın? Neden yetmez verilen sevgi? Ne istenir, senin mutluluğun için çabalayan insandan? Ne istersin de alamazsın acaba? Niye sadece yaşamın ilk yarısını paylaşırsın? Ya paylaşılmayan ikinci yarısı ne olacak? Neden istemediğin anlarda bu soruların yanıtlarını düşünür bulursun kendini? Peki, yanıt bulabilir misin?

Bazen hayaller gerçek olsaydı diyorum. Yaşadığımız kötü anılar da sadece uyandığımızda unuttuğumuz kabuslar olsaydı. Problemlerin çözümleri kolay bulunabilseydi. Çocukluğumuzdaki gibi sorumsuz gülebilseydik yaşama. Var olan mutsuzluğun, çözümsüzlüğün sebebi çocukluktaki mutluluk mu acaba? Çocukluğunu mutlu yaşayanlar hep o mutluluğu mu özlerler acaba? Yoksa yaşamayı mı beceremiyoruz? Ah şu yanıtlarını kimsenin tam bilemediği sorular...

Birgün çözeceğim yaşam denilen bilmeceyi derdim ama şimdi ölümün ne zaman kapımı çalacağını bekliyorum...

11 Ocak 2018 Perşembe

İnsanları Tanımak

"İnsanları tanımak için tüm gücünüzü verin ama tüm sevginizi vermeyin, Onları tanımaya başladıkça verdiğiniz sevgiye acıyacaksnız" demiş Mevlana.

Önceden bu söze çok inandığım söylenemez, insanları tanımak ve onların içlerindeki iyiliği veya karanlık yanları keşfetmek konusunda çok sorun yaşamadığım için böyleydi. Hep sanırdım ki herkesin çok derinlerde yansıttaklarının yanı sıra bambaşka ve benzersiz güzellikte bir dünya var. Açık söylemek gerekirse, gerek sezgilerim gerekse gözlemlerim nedeniyle çok yanılmadığım için arkadaşlarım, dostlarım ve yakınlık kurduğum insanlarla ilgili kanaatim çok fazla değişmedi. Belki de onları baştan doğru tanımayı başarabildiğim için ve gerek onlardan gelen sözleri gerek davranış göstergelerini sağlıklı değerlendirebildiğim için onlarla ilişkilerimde gerçekçi olmayan beklentilerim de olmadı.

Ama sonunda ben de yanıldım. Felaketim olacak kadar ciddi bir yanılgıya düştüm... Bir süre bu yanılgıyı kabul edemedim ve içime sindiremedim. Gözlerime ve kulaklarıma inanamadım. Hiçbir gerekçem ve hiçbir analizim fayda etmedi yaşadıklarıma. 
Utandım, sıkıldım, gözyaşı döktüm...
Döndüm dolaştım, her yolu denedim. 
Kendimle kavga ettim. 
Acısını ailemden çıkartmaya yeltendim. 
Gözlerimi kapadım, duyduklarımı başka birinden gelen ses diye düşündüm. 
Gittim, geldim, aradım olmadı; çaresi yoktu...
Yaşadıklarım bir kabus gibiydi. 
Bir insanı tanımak, ona bir şekilde kendini de açmayı gerektirir. Bu da bir çeşit teslim olma, karnını açma halidir işte...

Zamanla kabul ettim ben de yanılmıştım. 
Bir insanın temel kişilik özelliklerinden ne olursa olsun bu kadar saparak bambaşka bir insana dönüşmesi: bana onun aslında kimliksiz olduğunu ve kendini ustaca başka biri gibi sunmayı başarabildiği sonucuna varmama neden oldu. 
Geç de olsa bu dünyada böyle insanların da olabileceğini ve üstelik benim başıma gelebileceğini öğrenmiş oldum...

Artık biliyorum ki herhangi bir insan hakkında hiçbir zaman tam kanaat oluşturmamak gerekir. Her şey olasılık dahilindedir. 
En çocuk haliniz sadece kendinize saklanmalıdır. 
Bulanık zihinli insanlardan kaçınmak gerekir. 
Hiçbir davranış göstergesini yok saymamak ve parantez içlerini didikleyerek olabildiğince doğru yorum yapmak gerekir. 
Doğallık, samimiyet, içtenlik bunları en hoyratça bozguna uğratan maskelilerin diline pelesenk olmuş gibi görünüyor artık bana nedense...

Dürüst olduğum için, çevremde beni bu kadar çok seven insan olduğu için mutluyum...
İnsanları tanıyamasam da insanların beni çok iyi tanıdıklarını görmek ve bilmek, o kadar kötü şeyler yaşamama, haklı olduğumu bilmeme karşılık yine de hakaretlere uğramak, yine de saygımdan ve dürüstlüğümden sessiz kalmak, haksız konuşulan, söylenen her şeyin evrende dönüp dolaşıp bir gün sana döneceğini bilmek ve sonunda görmek...

İyi ki dürüstüm, iyi ki insanım ve iyi ki vicdanım var...
Hepimiz bu Dünya’ya onurlu bir şekilde doğarız, ancak önemli olan insanların yaşadıkları sürece onurlarını koruyabilmeleri değil mi?
Yaşamımızda baş tacı yapıp yücelttiğimiz insanların, saygınlığını ifade eden onur gibi bir değerin kaybedilmesi acı bir gerçektir.
Bir insana dürüst denilebilmesi için o insanın önce kendine karşı dürüst olması, daha sonra en yakınından en uzağına kadar olan herkese karşı ortaya koyduğu, onurlu insan olmanın gerekliliklerinin de yerine getirmesidir...
Onurlu insan olmak sadık olmayı gerektirir. Bireysel çıkarı için en yakın dostunu, arkadaşını yüzüstü bırakmak, yola çıktığın insanı yolda bulduklarına değiştirmek değildir onurlu olabilmek...
Onurlu insan olmak dürüst olmayı gerektirir...

Bütün yaşadıklarımın sonunda bugün çok şey öğrendim!

Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini, ama yaşanan güveni yok etmek için tek bir saniyenin yettiğini öğrendim...
Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil, hayattaki kişilerin olduğunu öğrendim…
Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptıklarını değil, kendimin en iyi yaptıklarımı kıstas almam gerektiğini öğrendim…
İnsanlar için olayların değil, onların daha önemli olduklarını öğrendim…
Her ne kadar ince kesersen kes, kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim…
Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun, dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim…
Bazen kişiliğini eylemlerinin önüne koyman gerektiğini öğrendim…
İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebildiklerini öğrendim…
Hayatlarında her zaman dürüst bir şekilde daha ileriye gitmek isteyen kişilerin, sonuçları önemsemediklerini öğrendim…
Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin, hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim…
Yazmanın, konuşmak kadar duygusal gayret gerektirdiğini öğrendim…
En fazla önemsediğim kişilerin, benden hep uzaklaştığını öğrendim…
İnsanları üzmeden ve duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin çok zor olduğunu öğrendim…
Birini ne kadar çok seversem hayat onu senden o kadar erken aldığını öğrendim…

Çok şey öğrendim işte!...