25 Aralık 2010 Cumartesi

Ben buyum, bu benim...

Hangi kitabım kitaplığın neresinde, kalemim hangi cebimde, sevdiklerimden gelen mektupların dosyası odamın neresinde, hiçbir zaman takmadığım takılarım odamdaki çekmecelerin hangisinde,hangi kutunun içinde, yerli yersiz yazdığım yazılardan yaptığım arşiv odamın neresinde olduğunu ezbere bilmekten bıktım artık...

Kimlerle neyi nasıl konuşmam gerektiğini, hangi işi ne zaman yapacağımı önceden düşünmek zorunda olmaktan bıktım.

başkalarını mutluluğa kavuşturacağım diye büyük bir sevgiyle çalışıp didinmekten, sevdiklerimin, değer verdiklerimin uğruna kendime sevimsiz olmaktan, sevgimi yitirmemek adına hep vermekten, sürekli kendimden bir şeyler vermekten, kendimi vermekten bıktım artık...

Hiç durmadan kendi üzerime gelmekten, bir gözümle diğer gözümü görmek için uğraşmaktan bıktım...

Bir dakika durup dinlenmeden, bir oyun hamuru gibi kendi kendimi yapmaktan, yapıp bozmaktan bozup tekrar yapmaktan bıktım...

"İşte bu benim!" diyememekten, ben olmayan başka biri olmaktan, değer verdiklerim uğruna kendimi harcamaktan bıktım artık..

Hep verip hiç alamamaktan bıktım!

Bütün yaşamımca sevmek için, sevilmek için çabaladım sürekli... Sevdim ama sevilemedim...

Uyanıklıktan uykuya geçerken, uykuyla uykusuzluk arasında, insan ayağı kaymış daboşlukta kalmış gibi olur da, bir tepkiyle sıçrayıverir.Bu sıçrayış bir saniye bile sürmez.

En yakınlarım yabancı olup çıktılar. Yabancı bile değil, düşman. Düşman bile değil. Bilinçsizcesine, kendilerinin düşman olduklarını, düşmanlık ettiklerini bile bilmeyen düşmanlarım. Ben onları yaşatmaya çalıştıkça, onlar beni öldürmeye uğraşıyor. Ben onları var etmeye çabaladıkça, onlar beni yok etmeye çalışıyor. Üstelik bütün bunları da bilmiyorlar...

Namuslu olmanın acısı bu...

Bütün bu bıktıklarımdan kurtulamayacağımı ise adım gibi biliyorum...

Kurtulamayacağım!

Bu bütün bıktıklarım ben'im, kendimim.

Ben buyum...