25 Aralık 2010 Cumartesi

Mevsim Gözyaşı

Gözyaşı mevsimini duydun mu?
Dağ yamaçlarında dolaşan ala geyiklerin hüzünlü bakışlarıyla başlar gözyaşı mevsimi.
Onun bir iklimi yoktur. Gözyaşı mevsimine herkes kendini hazır hissettiğinde girer. An olur gökyüzü seninle ağlar. Gün olur çiçekler senin için açar. Değişken havası olsa da bu mevsimin herkese hitap eden bir ruhu vardır. Mevsimin en güzel güllerini, kardelenlerini, lalelerini sen kendin yetiştirirsin.
Resim yapmak gibi bir duyguya sürükler seni renkler. Beyaz bir sayfada istediğin bir dağ köyü ise anında oluşur her şey. Yok, ben yüksek binaların içinde bahçesi olan küçük bir evde yaşamak istiyorum dersen oda olur. Ressam sensin neyi istiyorsan onu çiz. Kocamış ağaç gövdeleri, semaya yükselen dallarından sarı sonbaharı selamlar.
Herkese ayrılık mı hatırlatır bu mevsim? Ben mutluluğu tadıyorum nedense. Kızıl saçlı ağaçlar, rüzgârla raksa kalkmışçasına dans ediyor. Belki bu mevsimde çiçekler yok ama baharda tohumları atılan en güzel meyveler bu mevsimde ortaya çıkar. Gözyaşı mevsiminde ister mutluluğu tadarsın istersen de bütün kinini boşalttıktan sonra bedenini rahatlığın okşayan pamuksu dokunuşlarına bırakırsın. Umutsuzluk bulutları her daim dolaşır gökyüzünde. Sevgisizlik ve umutsuzluk elektrikleri bir araya geldiğinde ayrılık yağmurları yağmaya başlar. Düşen sadece yağmur değildir yeryüzüne. Bir rahatlamadır bu yağmurlar. İçin boşalır. Negatif duygular yerini sakinleşmeye bırakır. Aslında herkesin gözyaşı mevsimine ihtiyacı vardır. Kimileri bu mevsimi sık sık yaşar. Kimisi ihtiyaç duydukça iklimin rahatlatan havasına uğrar. Yağmurlar yağdıktan sonra coşmaya başlayan bir bahar seli oluşur. Gözyaşları her şeyin anası olan toprakla buluştuğu zaman yeni doğumlar başlar. Neye ihtiyacın varsa söyle toprak anaya onu doğursun senin için. Uzun zamandır gezemediğin kır çiçeklerinin içinde çıplak ayaklarınla dolaş. Yağmur sonrası bedenin biraz üşür ve seni ısıtan umutsuzluk bulutları dağılmaya başlayınca ortaya çıkan kış güneşi olur. Yakıcı ve göz yorucu ışıklarını terk eden güneş, ılık ve nemli rüzgârlar gibi tenini okşayarak merhaba der kalbine. Gözlerini kapatmak istemezsin o an.
Pembe, kırmızı, sarı, mor, eflatun, turuncu, beyaz ve gözlerin kadar güzel çiçekler yetiştirir toprak ana sana. Bazen çıkmak istemezsin gözyaşı mevsiminden ama yalnızlık insana mahsus değildir. Arka bahçende saklarsın gözyaşı mevsimini. Kapı komşundan, dostundan hatta bazen kendinden bile saklama ihtiyacı duyarsın.
Bülbülün aşk dolu şiiri büyüler seni. Mecnun çöllere düşmüştür Leyla’sı için. O an aklına düşer, hatırlarsın yaşanmış büyük aşk hikâyelerini. Aslında hepimiz biliriz. Leyla ile Mecnunu biz oluştururuz kafamızda. En büyük aşlar hep uzaklardadır bizim için. Ama yanılıyorsun. En büyük aşklar yüreğimizde ve yanı başımızdadır. Umutlar ve aşkları uzaklara hapsetmekten vazgeçmelisin.
Uzaklar gizemli olduğu için güzeldir. Ama en güzel duyguları yine ayrı kaldığımızda özlem duyduğumuz insanlarda ararız. Bu bazen annemiz, bazen kardeşimiz, bazen de bizim için çok değerli olan biri olabilir. Sevgiyi aslında biraz da ayrılıklar besler. Neyse, kısa bir süre sonra gözyaşı mevsiminden çıkarsın ve hayatın acımasız yüzüyle baş başa kalırsın. Peki ya hiç gözyaşı mevsimini yaşamayan var mıdır? Acaba umutsuzluk ve ayrılık yağmurları sonrası toprak ananın hediyesi olan kan kırmızısı gülleri hiç koklayamayan var mıdır? Olabilir. Değil mi? Daha henüz ağlamanın, paylaşmanın ne olduğunu bilmeyen insanlar olabilir. Birileri gösterseydi buraların kapısını onlar da biraz olsun mutlu olabilirlerdi. Bazıları diyor ki ‘böyle insanlara selam bile vermeyeceksin. Morali bozuksa senin de moralin bozulur boş ver hiç konuşma’ diyorlar. Peki ya aynı durumda sen olsaydın. Ve bir arkadaşın, ‘Ya şimdi bunun morali bozuk. Derdini dinleyip ben de moralimi bozmayayım.’ deyip geçip gitseydi yanından üzülmez miydin? Ben olsam üzülürdüm. Birinin gelip sana destek olması, bir sorunun olduğunda derdini dinlemesi çok güzel. Güzel olan aslında paylaşmak. Gözyaşı mevsimini yaşayan insanlar bu yüzden bu mevsimin bitmesini istemez. Çünkü orada istediği gibi umutsuzluklarını, ayrılıklarını gözyaşlarıyla döküp rahatlayabiliyor. En güzel duygularını hayal ederek yaşayabiliyor. Mevsimin bitmesi ise işin başka bir güzel yanı aslında. Çünkü özlem başlayacak. Özleyeceksin ve o günlerin o rahatlama mevsiminin tekrar gelmesini bekleyeceksin. Özlemek bile çok güzel duygular yaşatacak sana. İçin kıpır kıpır olacak. Bir mutluluk yaşayacaksın ama insanlara onu anlatamayacaksın. Anlatsan da kelimeler kifayetsiz kalır. Hissetmek daha güzel. Eğer kalbinde yeşermeler biterse gözyaşı mevsimi seni terk eder. Ölü toprağı ne kadar sularsan sula verim alamazsın. İnsan kalbi de öyledir. Sulanmanın yanında sevgi, ilgi, heyecan, mutluluk, aşk, hüzün, hasret, özlem, acı, umutsuzluk, ayrılık, gurbet, sıla hasreti ve yüreğimizi hoplatan yürek atışlarına ihtiyaç duyar. Kalbimiz acıyı da duymalı, mutluluğu da tatmalı. Her ikisini yaşamalı ki mutluluğun da acının da ne anlama geldiğini iyi bilmeli. Kalbimiz bazen yaramaz bir çocuk olur karşı çıkar bize. Laf dinlemez. Uslanmaz, arlanmaz bir kerata olur. Çayıra salınmış deli danalar gibi nereye koşturacağını bilemez. Kalp krizi geçireceğini sanırsın. Ama bu ilk heyecanların hevesidir. Her şeyden biraz olsun tatmak istersin. Tadarsın ama önemli olan ipin ucunu kaçırmamak. ‘Saldım çayıra Mevla kayıra’ hesabı, önü alınmaz bir çıkmaza sürükler insanı. Dengeyi sağlamayı bilmeli insan. Yıllar geçtikçe bu deli dolu günlere de özlem duyacaksın. Hayat her ne kadar çirkin yüzünü herkesten gizlese de. Köprünün altından akan sular bazen sel bazen berraklık sunacak sana. Önemli olan o köprünün seller sonrası da ayakta kalabilmesi, en kurak mevsimde de kendisine olan ihtiyacı karşılamasıdır. İnsanlar olaylara farklı yaklaşabilir ancak ortak noktada buluşulduğunda çok güzellikler yetişebilir. Şimdi güzel bir hikaye okumaya ne dersin, “Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken şöyle demiş: ‘Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?’ Öğrencilerden biri; ‘Uzaktaki sürüye bakarım.’ demiş. ‘koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.’ Başka bir öğrenci söz almış ve ‘Hocam’ demiş. ‘İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.’ Bilge kişi şöyle demiş: “Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona bacım diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi, yoksul mu diye bakmadan bildiğim de anlarım ki, sabah olmuştur. AYDINLIK başlamıştır…”
İnsanların birbirine sevgiyle ve hoşgörüyle baktığı bu anlayışı yakaladığımız zaman, dünyayı içine mahkum olduğu karanlıktan çıkarırız eminim. Karanlığa hapsedilen yüreklerimizin aydınlığa kavuşması yine bizim elimizde. Rahmetin, huzurun, rahatlığın, gül kokularının ve nurlu yüzlerin doğduğu günler uzak değil. Ayrımcılığın yapıldığı, sevginin arka bahçelere gömüldüğü, yetimlerin sahipsiz, sevenlerin sevgisiz bırakıldığı hayatta kim yaşamak ister. Ama insanlar böyle yaşamaya zorlanıyor san ki, gözyaşı mevsimini yaşamak zorlaşıyor. İnsanlar rutin hayatın zaman yutan hızına yetişememekten yakınıyor. Ne kendimize ne de sevdiklerimize zaman ayırabiliyoruz. Bunları da geçtik. Uykumuzda dahi sömürülmenin cehennem ateşini yaşıyoruz. Nasıl yaşadığımızı bilmediğimiz için gözyaşı mevsiminin geldiğini bile fark etmiyoruz. Evet beklenen günler çok uzakta değil. Yüreklerin bir attığı özlemler hayal değil. Sevgiyle beslenen dünya neden hep karanlık sulara yelken açtırılıyor. İnsanlar siyahın rengine bürünen denize düşmekte olan dünyada yaşamaya zorlanıyor. Hedef karanlık, su karanlık, bakışlar karanlık aydınlıklar siyaha boyanmış. İnsanların elinde ise tek bir umut kalmış. Bir gün! Sadece söylenen bu. Bırakın beni göz yaşlarımla yapayalnız kalayım.
Biliyorum bir gün dedikleri gün evet o gün bugün. Yarına hapsetmek istemiyorum umutlarımı. Bugün sevmek istiyorum. Bugün, aşk yaşamaya susamış bedenim. Bugün, hayallerimi gerçekleştirme günü. Bugün, gözyaşı mevsiminin iklimi. Bugün göz yaşlarımı dindirme zamanı. Bugün, seni seviyorum demenin tam sırası. Yarına ertelemeyeceğim sevmelerimi. Gözyaşı mevsimi bugün açıyor güneşlerini, evet senin için açıyor. Gökyüzüne bak, yüzlerce yıldız senin için yakılıyor. Sabah sadece senin için yeni doğumlar yapıyor. Çiçekler senin için en güzel kokularını saçıyor yeryüzüne. Dağlar sana güzel görünmek için yeşilin bin bir tonuna bürünüyor. Deniz en güzel maviliğin bakışlara hayran bırakan güzelliğini sana sunuyor. Daha kaç tane en güzel varsa bakışlarına sunulmaya devam ediyor. Bazen bakmakta yetmeyecek. Dokunup, o ıslaklığı, sıcaklığı, güzelliği ve mutluluğu hissetmek isteyeceksin. Evet senin en büyük özelliğin zaten bu. Hissetmek. Ruhsuz bedenlerin yapamadığı yetenek. Sevmesini bilmeyenlerin kıskanç gözlerle baktığı güzellik. Sadece sende var bu her şeye denk özellik. Hadi gözyaşı iklimine şimdi. Kimsenin yapamadığını yapmaya. Kinleri, nefretleri, umutsuzlukları, ihanetleri boşaltma mevsimi şimdi. İçindeki kirlilik döküldükçe toprağa, mutluluk güneşleri doğacak yeryüzüne. İçin içine sığmayacak. Mutluluğun ne demek olduğunu o zaman anlayacaksın. Evet sevgi nerede olursa olsun kendini hissettiriyor. Tabiî ki bunun anlamını bilenler için. Evet sen şanslı bir insansın. Çünkü seviliyor, seviyor ve hâlâ sevgi besliyorsun tıpkı benim gibi. Senin, benim gibi milyonlarca insan var. Ama uyandırılmaları gerekiyor. Sevgi daha fazla kırılmadan, aşk daha fazla maddeleşmeden, umut karşı köye göç etmeden ve içindeki elektrik bitmeden bunu yapmalısın. Ben hayata hiçbir zaman hoşçakal demedim. Bunu ne dostlarıma, ne sevdiklerime ve ne de şimdi sana söylüyorum. Hepinize birden her zaman dediğim sözü tekrar fısıldıyorum. Merhaba!